-Babanız balıkçıymış gibi konuştunuz…
Hayır, hayır, babam tütün ihracatçısıydı. Ancak benim için o bir balıkçıydı. Bana sorulduğunda ben de kendimi balıkçı gibi tanımlarım. Bu açıdan bakıldığında babam, gerçekten iyi bir balıkçıydı. Henüz 5-6 yaşlarındayken onunla birlikte balık tutardım. 7-8 yaşında, mahalledeki amcaların olta iplerini bağlardım ve bu da bana deniz tutkusunu aşılayan şeylerden biriydi.
-İlk teknenizi ne zaman aldınız?
Denizciliğe ilk adım attığım yıllarda, harçlıklarımı biriktirerek 2.80 metre boyunda, 1.5 beygir gücünde bir Seagull motorlu tekne satın aldım. Yaşım o zaman 14 veya 15 civarındaydı. Motoru taktıktan sonra teknenin performansını deneyimledik ama ne yazık ki o kadar da iyi bir deneyim olmadı. Bizim genelde balık avlamaya gittiğimiz yerin 4,5 saat sürdüğünü, tekneye bindiğimizde anladık. O tekneye sahip olduğum sadece bir gün sürdü; ertesi gün, belki de evdekilerin etkisiyle, satmak zorunda kaldım. Denizin ve tuzun tadını aldıysanız, bu tutkuyu kolay kolay bırakamazsınız.
Tekne sahibi olmanın mantığı, motosiklet sahibi olma sürecine benzer. Öncelikle bisiklete bineceksin, akabinde bir mopet alacaksın, ardından motosiklete geçeceksin. Eğer ilk motosikletin bir Harley Davidson ise, motorcu olma yolunda zorluk yaşarsın. Aynı ilke teknecilik için de geçerlidir. Bizim çocukluğumuzda başladığımız şekilde, sandaldan ve kürekten başlayarak denizci olan, en küçük yelkenlide yelken açmayı öğrenenler, sonunda bu işin en ustası olurlar.